FOTOGEN FOTOĞRAF SANATI DERNEĞİ
Sami Güner (1915-1991)
Sami Güner, 1915’te Priştine’de doğdu. İstanbul Lisesi’nden mezun olduktan sonra okuduğu Hukuk Fakültesi’ni bırakarak 25 yıl Merkez Bankası’nda çalıştı ve 1961’de kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Çok genç yaşlarda başladığı fotoğraf çalışmalarını tüm yaşamı boyunca sürdürdü. Fotoğrafın her dalıyla ilgilenmiş olup, aynı zamanda stüdyo ışıklandırması, film yıkama ve baskı işlerinde de ustalaşarak Türkiye’de ilk renkli fotoğraf çekimini gerçekleştirenler arasında yer almıştır.

Romantizmin ve duygusallığın izlerini taşıyan bir bakış açısıyla güzeli yakalamaya çalışan sanatçı, esrarlı güzellikleri keşfetmek için 40 yılını Anadolu topraklarında geçirmiştir. Fotoğrafçılığın ülke düzeyinde yayılması, sevilmesi ve gelişmesine çok büyük bir katkı sağlamıştır. Fotoğrafları ve bu fotoğraflardan yararlanılarak hazırlanan afişler yurt içi ve yurt dışında birçok kez ödül kazanmıştır.

Güner, Türk turizmine katkılarından dolayı 1981’de 100. Yıl Armağanı, 1983’te ise Cumhurbaşkanlığı Takdirnamesi ile ödüllendirilmiştir. Fotoğraflarından oluşan afişler, yurt içinde ve uluslararası yarışmalarda altın ve gümüş ödüller kazanarak çeşitli başarılara imza atmıştır.

1982’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi) Fotoğraf Enstitüsü ile İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’nin (İFSAK) onur üyeliğine seçilen Sami Güner, aynı zamanda Japon Fotoğraf Derneği’nin de üyesidir ve Fotoğraf Sanatı Derneği’nin (FOTOGEN) ilk başkanıdır. 1986’da Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu’nun (FIAP) ES FIAP (Üstün Katkıda Bulunmuş Sanatçı) unvanına layık görülmüştür.

Türkiye’nin doğal güzelliklerini, sanat ve tarih zenginliklerini konu alan elliye yakın kitabın fotoğraflarını çeken Güner, yurt dışı gezilerindeki fotoğraf çalışmalarını da Türkiye’de sergilemiştir.
1987’de Türk Tanıtma Vakfı’nın (TÜTAV) “Türkiye’yi Dünyaya Tanıtanlar” adlı ödülüne, 1989’da da Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’ne layık görülmüştür. 1991’de Çin Fotoğrafçılar Birliği’nin Şanghay’da düzenlediği ve 43 ülkeden 2500 fotoğrafçının 12.500 eserle katıldığı Milletlerarası Fotoğraf Yarışması’nda “Ağrı Dağı’nda Hayat” fotoğrafıyla birinci olmuştur.
20 Şubat 1991’de sergisinin açılışı için özel otomobiliyle Bolu’ya giderken geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirmiştir.

Ünlü fotoğrafçının anısının yaşatılması ve ülkemizde projeye dayalı fotoğraf üretiminin teşvik edilip fotoğraf sanatının geliştirilmesi amacıyla FOTOGEN tarafından “Sami Güner Kupası Fotoğraf Gösterisi Yarışması” düzenlenmektedir.

Kızı Nazan Ulutekin ve oğlu Fuat Güner, babaları Sami Güner’le ilgili anılarını şöyle dile getirmektedir:
Nazan Ulutekin: “Her yıl otomobille Ege’ye, Akdeniz’e seyahatlere giderdik. Çocukluğumuzda hatırlarım; giderken yollarda sürekli dururduk. Çekim gezilerine zaten babam bizi almazdı. Üç saat boyunca, yolun kenarında bir fotoğraf çekmek için beklediğimizi hatırlarım. Arkada çalışma odası vardı babamın. Gözünde gözlük, ağzında sigarası, masasının başında bir masa lambasının ışığı altında çalışırdı sürekli. National Geographic okurdu. Dia temizlemekten ve onları düzenlemekten zaman bulursa tabii… Kül uzardı, ben küllüğü zor yetiştirirdim ona. Eline bile almazdı sigarayı. Dudak tiryakiliğiydi O’nunki…
Babam hep, ‘Boş bakma, baktığını gör. Bakmak değil, baktığını görmektir önemli olan’ derdi. Hep detayları görürdü. Güzel dönemde yaşadı babam; 60’lar, 70’ler her şey için güzel dönemlerdi.”

Fuat Güner: “Babamlar Priştineliydi; Arnavutluk’tan… Babamın babası, eşkıya. Savaş çıkıyor, tam da otel yapacaklarken. Üç sene sınırda bekletmişler onları. İzmir’e indiklerinde sadece 50 TL paraları varmış. Sanatçılar kendileriyle biraz fazla ilgili oluyorlardı. Genelde kendi yapmak istediği şeyleri yapardı. Biz çocuk filmi ne gitmezdik mesela. Aslında fotoğraf dünyasında da biraz yalnızdı; babamı biraz kıskanırlardı. İyi iş yapardı, iyi para kazanırdı. Matbaalar, bütün takvim dialarını babamdan alırlardı. Merkez Bankası’nda çalışırken geziler yaparlarmış, vapurla da yurtdışı gezilere giderlermiş. Lizbon, Marsilya, bütün Akdeniz’i dolaşırlarmış. Hep elinde fotoğraf makinesi vardı ama, 1961’de 25 yılı bitirip emekli olana kadar da hep amatördü. Hemen sonrasında Taksim Meydanı’nda Kemal Baysal ile ortak yer açtı, uzun süre birlikte çalıştılar. Sonra ayrılıp kendi yazıhanesini açtı.
Kendisiyle ilgili bir sürü ilginç anım var. Örneğin bir tanesi; Alanya Kalesi’nin surlarına çıkıp, bir surun üzerinden diğerine çılgın gibi atlamasıydı. Üstelik elinde çantalarla… Bana da ‘Atla!’ demişti; nereye atlayacağım ki? Üstelik atlarken havada, ‘Daha iyi açı var’ diyerek fotoğraf çektiğini de hatırlıyorum. Bir de babam, fotoğrafı çekmeden satardı. ‘Görüyor musun, bak çatlamış toprak’ der, farklı açılardan birçok fotoğrafını çekerdi. ‘Ben bunu sattım’ derdi. ‘Nereye sattın?’ diye sorardım: ‘Eczacıbaşı’na sattım; çatlamış, kurumuş damarlar; ilaç için çok uygun bir kompozisyon’ derdi. Bir çukura girer, makineyi kurar ve bana ‘koş, kuşları kovala’ derdi. Çukurun içinde bir saat beklerdi. Sonunda kuş gelirdi ve babam deklanşöre basardı. Daima dia film kullanırdı. Pozometrenin gösterdiği değerin bir altını, bir de üstünü çekerek işini sağlama alırdı. Ben de babama yardım ederdim. Film yıkarken yanında bulunurdum. Metrelik büyük baskılar yapardık birlikte. Çektiğim fotoğraflara hep konuşurdu. Hiç beğenmezdi. Her akşam gelir, tek tek fotoğrafların camlarını açar ve onları temizlerdi. Bu arada bana coğrafyayı, Osmanlı Tarihi’ni detayıyla öğreten babamdır. Bir şey sorardım, ‘Bunu bilmek için baştan başlamak lazım’ derdi. İnanılmaz geriye gider, şecereler çıkarır ve saatlerce bana anlatırdı. Her şeyi ezbere bilirdi. Babam güzel yaşadı. Türkiye aşığıydı. Dünyadaki en güzel ülke Türkiye’dir’ derdi. Babam kimseyi kırmaz, davet edildiği her yere giderdi. İnsanlara, fotoğrafın sanat olmasının yanında, bundan para kazanılabileceğini de gösterdi. Yoğun iş yapmasına rağmen laboratuvar ya da matbaa açayım gibi bir derdi olmadı. Ticari fotoğrafı çekerken, dört katını da kendine sanat fotoğrafı olarak çekerdi. Sami Güner, bir evladın görmek isteyeceği bir babadır. Çünkü despot, otoriter bir baba tipi değildi. Eğitimimize çok önem verirdi. İşini gücünü bırakıp bizimle ilgilenen, ders çalıştıran, yurtsever, Atatürkçü, milliyetçi bir insandı. Canını verecek kadar yurdunu severdi. Azimli ve çalışkan bir fotoğraf ustasıydı.”

Merih Akoğul ise, Eczacıbaşı’nın “Fotoğraf Sanatçıları Dizisi 4 - Sam Güner” kitabının editörü olarak kitapta şunları yazmıştır:
“Sami Güner’i incelediğimizde gerçek bir Cumhuriyet insanını görürüz. Sam Güner’i bir ülkü olarak da ele alabileceğimiz, ülkesel değerleri her zaman milli sınırlarının içinde kalan coğrafya üzerinden büyük bir azim ve kararlılıkla savunmuştur.
Ülkeyi sevmenin, ne yalnızca yaşanılan şehirle, ne gidilen yerlerle, ne de inanılan değerlerle ilgisi olmadığını; bunun bir bütün olduğunu Sami Güner’in sergi açılışlarında ya da gösterilerde yaptığı coşkulu konuşmalardan, dönemin fotoğraf izleyicileri çok iyi hatırlamaktadırlar. Onun fotoğrafa yaklaşımı, 19. yüzyıl romantikleri gibi, günümüzün sanat yaklaşımlarından çok farklı olarak ‘güzel’ kavramı üzerinden daha doğru okunabilmektedir.
Çektiği fotoğrafların birçoğunun takvimlerde yer almasından dolayı Sami Güner, bazı fotoğrafçılar tarafından bilinçli olarak ‘takvim fotoğrafçısı’ olarak nitelendirilmiştir. Ama özellikle 60’lı yıllardan itibaren takvimlerin, insanların ufkunu açmada ve dünyalarını zenginleştirmede büyük katkısı olduğu görülmektedir. Üstelik birçok amatör fotoğrafçı, takvim ve kartpostallardaki fotoğraflara bakarak fotoğraf makinesi satın almak istemiş ve ellerindeki makinelerle o yörelere seyahatler yaparak bugünkü gezi fotoğrafçılığının temellerini atmışlardır. Türkiye’nin farklı yörelerinden çekilen doğal güzellikler ve tarihi yerler takvimlerde yer aldıkça bu bölgelere olan ilgi de artmıştır.
Sami Güner’in fotoğrafına günümüzden bakıldığında görülen naiflik, aslında onun fotoğraflarına bakarak büyüyen kuşağın bir nevi genetik kodunu da oluşturmuştur.
Türkiye’de amatör fotoğrafçılık, doğal güzelliklerin saptandığı manzara ve tarihi-turistik bölgelerin ele alındığı seyahat fotoğrafçılığı ile serüvenine devam etmiştir.
Sami Güner’in amacı, ne doğrudan sanat yapmak, ne de belgesel anlamda röportaj fotoğrafının üst örneklerini vermektir. Ne Anadolu’nun destanını yazmak gibi epik işlere girişmiş, ne de üst sanat savıyla fotoğraflara taşıyabileceğinden daha fazla bir yük yüklemiştir.
Hissiyatı neyse, fotoğrafı da o olmuştur.
Sami Güner’in en büyük arzusu, var olan güzelliğin naif bir biçimde insanlarla paylaşılmasıydı.
Sami Güner, bir kült fotoğrafçı olarak fotoğraf tarihimizde vardır ve hep var olacaktır.”
Sevgi ve saygıyla anıyoruz...


5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu

Gereğince Kopyalama Yapamazsınız